
Bugünkü ismiyle ordudonatım sınıfı. Kapıkulu ocaklarının yaya kısmında olup, bölük ve cemâat olarak iki gruba ayrılan cebeci ocağı, yeniçerilere âid ok, yay, tüfek, kılıç, kazma, kürek, barut, fitil, kurşun, zırh, tolga, harbe ve buna benzer levâzımâtını yapar, muhafaza eder, muhârebe zamanında bunları cepheye götürürdü. Muhârebe öncesinde yeniçerilere dağıttığı, bu silâhları dönüşte toplar, tamire muhtaç olanları tamir eder, yağlayıp bakımını yapar, eksikleri tamamlar ve cebehânede (silâh deposunda) saklardı.
Bu ocağa da yeniçerilerde olduğu gibi acemi ocaklarından efrâd alınırdı. Ocağa önce Şakirdi ismiyle çırak giren acemiler, sonra intisâb ettikleri san’atlarda yetişerek usta olurlardı.
Silâh yapan ve tamir eden, barutları ıslâh, harp levazımını tedârik eyleyen ve humbarayı yapan şeklinde ortalara ayrılan cebeci ocağının mevcudu on beşinci yüzyıl başlarına kadar beş yüz civarındaydı. 1600’lerde dört bin, 1750’lerde sekiz bin kişiye kadar çıktı.
İstanbul dışında büyük taşra şehir ve kalelerinde de üç yıllık sürelerle görev yapan cebeciler mevcuttu. Taşrada bulunan cebeciler, yalnız yeniçerilerin değil, azab (hafif piyade), dizdar (kale muhafızı) gibi sınıfların silâhlarına da bakarlardı. Merkezdeki cebehâneler (silâh depoları) gibi bu kalelerde de cebehâneleri bulunur, muhafızlığını kendileri yapardı.
İstanbul’daki cebeci kışlası Ayasofya Câmii karşısındaydı ve Yerebatan taraflarında da imalâthâneleri ile depoları vardı. Cebehâne için lâzım olan mâmül ve gayr-i mâmûl bütün eşya bu depoda bulunur ve ihtiyâç hâlinde ya imalâthânelerde kullanılır veya yapılmış olan şeyler istenilen yere gönderilir, yâhud depoda muhafaza edilirdi. On altıncı asır sonlarında, hududlardaki silâh depolarından en mühimi Budin ve Belgrad’da idi. Rumeli’deki demir mâdenlerinde dökülen tüfek kurşunu da Belgrad’da depo edilirdi. Yeniçerilere âid cebe yâni zırh üzerlerinin kumaşları, tolga kılıfları, zırh keseleri, meşin, bakır, pamuk ipliği, keten, çelik, kayış, tüfek maşası vesaire cebehâne ambarlarında bulunan eşyalardan idi.
Cebeci ocağının Samako’da (Bulgaristan) istihkâm levâzımâtı atölyesi; İstanbul, Gelibolu ve Edirne’de atölyeleri vardı. Bu atölyelerin üretimi yetmediği zaman özel atölyelere siparişler verilirdi. Gene bu ocağın yaptığı tüfeklerin kundaklarına lâzım olan ağaç, Adapazarı ormanlarından ücret mukabili halka kesdirilerek tedârik edilir, lâzım olan ipliğin bir kısmı Halep’ten gelirdi.
Cebeci ocağının en büyük zabitine cebecibaşı denilirdi. Sancakbeyi (tümgeneral) seviyesinde olan cebecibaşınm, tâyininde, pâdişâhın huzuruna çıkması kânun îcâbıydı. On altıncı asır sonlarında yetmiş beş akçe yevmiye alırdı. Bundan başka cebeci ocağında dört kethüda vardı. En kıdemlisine başkethüda denir, cebecibaşının azli veya vefâtı sonunda yerine tâyin olunurdu. Bâzan cebehâne başçavuşunun veya dışardan birinin de cebecibaşı yapıldığı olurdu. Kethüdalardan sonra gelen cebeciler başçavuşu, bölük ve orta komutanları, onların da bir derece aşağısında odabaşılar ve diğer küçük zabitler bulunurdu.
Ocakta, bu zabitlerden başka cebeciler kâtibi, başhalîfe ve kîsedâr (kesedar) gibi kalem erkânı da vardı. Bunlar cebecilerin ulufe ve silâh, cebehâne ile diğer depolarda bulunan levâzımâtın defterlerini tutarlardı. Bir yerin zaptını takiben elde edilen silâh, barut gibi malzemeyi yazmak ve kalelere konan cebehânenin defterlerini tutmak da bunların görevleri idi.
Yeniçeri ocağıyla beraber ikinci Mahmûd Han tarafından ilga edilen cebeci ocağından 1054 er ve subay seçilip, cebehâne-i hümâyûn kuruldu. Bunlar sağ ve sol kol diye iki kısma ayrılıp, kol kumandanlarına; sağ-sol kol bölükbaşıları dendi. Asâkir-i mansûre kurulduktan sonra, bu askerî sınıfa silâh yapar oldular.