
Osmanlıların son zamanlarında yaşamış, devlet adamı ve Jön Türkler hareketinin ileri gelenlerinden.
Bahriye nâzırı Gürcü Halîl Rifat Paşa’nın oğlu olan Mahmûd Celâleddîn, 1853’de İstanbul’da doğdu. Babasını küçük yaşta iken kaybetti. Konya vâlisi Ali Kemâlî Paşa’nın nezâretinde büyüdü. Daha önce Halîl Rifat Paşa’nın kâhyası olan Ali Kemâlî Paşa, Halîl Rifat Paşa’nın servetini kendine istikbâl te’min etmek maksadıyla Dâmâd Fethi Paşa’ya vermek istedi. Bu sebeple vazîfeden uzaklaştırılınca, Mahmûd Celâleddîn Bey’e nezâret için Hacı Bekir Efendi kâhya tâyin edildi. İlk tahsîline, yeni açılmış bir mektebde başlayan Mahmûd Celâleddîn Bey, daha sonra mektebden alınarak özel bir eğitime tâbi tutuldu.
Tahsilini tamamladıktan sonra, Bâb-ı âlî’ye me’mûr olarak girdi. Fransızca’sının gelişmesi için Paris konsolosluğunda vazife verildi. Bu suretle Fransızca’sını ilerletti. Bu sırada batı kültürünün, özellikle Fransız kültürünün te’sirinde kaldı. Sultan Abdülazîz Han’ın pâdişâhlığı sırasında dâmâdlığa namzet gösterildi. Henüz pâdişâh olmamış olan sultan İkinci Abdülhamîd’in tasvibiyle, Abdülmecîd Han’ın kızlarından Seniha Sultan ile evlendi. Böylece saraya dâmâd oldu. Sultan Abdülazîz Han’ın hal’inden ve sultan beşinci Murâd’ın ruhî rahatsızlığı sebebiyle, tahttan indirilmesinden sonra pâdişâh olan sultan İkinci Abdülhamîd Han’ın iltifatına kavuşup en yakınlarından oldu. 1877’de vezirlik rütbesi verilerek Adliye nâzırlığına getirildi. Yaptığı çalışmalar sebebiyle Pâdişâh’ın îtimâdını kazandı. Sultan İkinci Abdülhamîd Han memleket işleriyle ilgili olarak onunla görüşüp, fikirlerini alırdı. O sırada sultan beşinci Murâd’ı İkinci defa tahta çıkarmak ve sultan İkinci Abdülhamîd Han’ı tahttan indirmek için kurulmuş Skalyari-Aziz Bey komitesinin faaliyetlerine katıldığı zannedilerek Adliye nezâretinden azl edildi. Çünkü Mahmûd Celâleddîn Paşa’nın kâhyası Hacı Bekir Efendi’nin de bu komite ile alâkası vardı.
Adliye nâzırlığından azledilmesi, Dâmâd Mahmûd Celâleddîn Paşa’ya çok ağır geldi. Yapılan tahkîkat neticesinde, Mahmûd Celâleddîn Paşa’nın komiteyle alâkalı olmadığı anlaşılınca kendisine Evkaf nâzırlığı teklif edildi. Bu teklifi kabul etmeyen Mahmûd Celâleddîn Paşa, daha sonra tâyin edildiği Şûrâ-yı Devlet Mülkiye dâiresi âzâlığını da kabul etmedi. Osmanlı Devleti’nin parçalanmasını ve yıkılmasını isteyen ve sultan Abdülhamîd Han’ın tahttan indirilmesi için çalışan batı hayranı sözde okumuş aydın kimselerle birlikte hareket etmeye başladı. Oğulları Prens Sebahaddîn ve Lütfullah beyleri, hayranlık duyduğu Fransız kültürüyle yetiştirmek için Avrupa’dan husûsî muallimler getirtti. Gün geçtikçe sultan İkinci Abdülhamîd Han’a karşı kinlenen Mahmûd Celâleddîn Paşa, Seniha Sultan’ın bile haberi olmadan oğulları Prens Sebahaddîn ve Lütfullah beylerle birlikte, 1899’da İstanbul’dan kaçarak Marsilya’ya, oradan da Paris’e gitti. Sultan İkinci Abdülhamîd Han’a karşı düşmanlık besleyen ve Avrupa’ya kaçmış olan Jön Türkler tarafından alâka ile karşılandı. Sultan Abdülhamîd Han’a yazdığı bir mektubda; “Tebeanız istibdadınızdan kurtulmak için firar ediyor. Vatan boşalıyor. Bunun neticesi olarak varidat azalıyor” deme saygısızlığında bulundu.
Sultan Abdülhamîd Han’ın çalışmaları neticesinde Jön Türklerden bâzıları yurda dönünce, Mahmûd Celâleddîn Paşa’ya lider nazarıyla bakmaya başladılar.
Avrupa’da kalan Jön Türklerin lideri olan Ahmed Rızâ Bey, bir müşavir tavrı takındı ve Mahmûd Celâleddîn Paşa’nın arzusu hilâfına herhangi bir hareketten sakınır oldu. Mahmûd Celâleddîn Paşa, Jön Türkler arasında bulunan ihtilâfların kaldırılması için uğraştı ve bâzı tavsiyelerde bulundu. Gittiği her yerde İngiltere’nin menfaatlerini koruyan faaliyetlerde bulundu. Osmanlı İttihâd ve Terakkî cemiyeti yayın organı olarak neşredilen Osmanlı gazetesi’nin durumunu düzeltmek ve oradaki Jön Türklerle tanışmak üzere oğullarıyla birlikte Cenevre’ye gitti. Osmanlı gazetesi’nin bütün masraf ve nes’ûliyetlerini üstüne aldı. Gazetesinde İngiliz politikasını destekleyen yazılar yazdı. Sultan İkinci Abdülhamîd Han, Mahmûd Celâleddîn Paşa’yı yıkıcı ve bölücü faaliyetlerinden vazgeçirmeye ve İstanbul’a dönmeye davet etmek üzere Paris sefîri Salih Münir Bey’i vazifelendirdi. Yapılan davet tekliflerini de kabul etmeyen Mahmûd Celâleddîn Paşa, bir ara; “Bu kadar sövüldüm sayıldım. Benim bir mevkiim var, zât-ı şâhâne hiç olmazsa beni on beş gün için intihâb edeceğim (seçeceğim) bir hey’etle başvekâlete tâyin etsin. On beş gün sonra da azl etsin” diyerek makam, mevki düşkünü ve maceracı bir kimse olduğunu ortaya koydu.
Mahmûd Celâleddîn Paşa, Osmanlı gazetesi neşriyatını devam ettirmek ve Jön Türklerden muhtâc olanlara yardım etmek için fazlaca masrafa girdi. Vaktiyle İstanbul’da tanıştığı ve Avrupa’ya kaçmasında yardımcı olan Maymon isimli İngiliz, onu da dolandırdığından oldukça sıkıntıya düştü. Bu durum karşısında borç para bulmak için teşebbüse geçti. Bâzı sermâyedârlarca bir sendika kuruldu. Bu sendika Mahmûd Celâleddîn Paşa ve oğullarına ayda faizle 1.000 lira vermeyi kabul etti.
Mahmûd Celâleddîn Paşa, bu sırada Londra’ya gitmeyi ve Osmanlı gazetesi’ni de İngiltere’ye nakl etmeyi kararlaştırdı. Oğullarıyla birlikte Londra’ya giden Paşa, 1 Temmuz 1900’de Osmanlı gazetesi’ni neşr etmeye başladı. Onu İstanbul’a dönüşe ikna etmek için giden serhâfiye Ahmed Celâleddîn Paşa’nın bütün gayretleri boşa çıktı. Bu yüzden Paşa ile serhâfiyenin arası iyice açıldı. İstanbul hükümetinin takibi neticesinde Londra’da da rahat bulamayan Mahmûd Celâleddîn Paşa, Mısır hıdivi Abbâs Hilmi Paşa’nın daveti üzerine oğullarıyla birlikte Mısır’a gitti. Hıdiv Abbâs Hilmi Paşa, onun ve oğullarının her türlü barınma ve iaşesini te’min ettikten sonra, her ay 1.000 lira maaş verdi. Hidiv, onun ve oğullarının İstanbul’a dönmesini teklif ettiyse de kabul etmedi. Mahmûd Celâleddîn Paşa, Mısır’da kaldığı müddet içinde Jön Türklerle mevcûd olan münâsebetlerini devam ettirdiği gibi, Hoca Kadri Efendi’nin idare ettiği, Kânûn-i esâsî gazetesi’ne yardım etti ve sultan İkinci Abdülhamîd Han’a karşı doğrudan ve şiddetle mücâdeleye devam etti. Burada bulunduğu sırada oğulları Prens Sebahaddîn ve Lütfullah beylere neşr ettirdiği beyannamelerle sultan Abdülhamîd Han’a karşı olanların tek bir çatı altına girerek Jön Türk kongresinin toplanmasını istedi. Mısır hidivinin de İstanbul’a dönme teklifini kabul etmeyen Mahmûd Celâleddîn Paşa, oğullarını Avrupa’ya gönderdi. Kendisi de kısa bir müddet sonra İskenderiyye üzerinden Paris’e gitti. Paris’in havasına intibak edemediği için Korfu adasına gitti. Orada bulunduğu sırada hastalandı. Mısır hidivi Abbâs Hilmi Paşa, Mahmûd Celâleddîn Paşa’ya tekrar bir adam göndererek, İstanbul’a dönmesini teklif ettiyse de, Paşa; “İçeri girmek istemiyorum. Memleketin bu vaziyeti devam ettikçe dışarıda ölmeği tercih ederim” dedi.
İstanbul’un diplomatik teşebbüsleri neticesinde Korfu’dan çıkarılan Mahmûd Celâleddîn Paşa, Roma’ya gitti. On beş gün kadar sonra oğullarının bir borç akdi yaptıklarını ve Ahrâr-ı Osmaniye cemiyetinin ilk kongresi için her tarafa davetiyeler gönderdiklerini öğrendi. Kış münâsebetiyle bir ara Brüksel’e nakledilen Mahmûd Celâleddîn Paşa, orada iyice hastalandı. Sultan İkinci Abdülhamîd Han, eniştesini ömrünün sonunda İstanbul’a getirtmek için teşebbüse geçti. Mahmûd Celâleddîn Paşa, Paris sefiri Sâlih Münir Paşa’nın konuyla ilgili teklifini bir ara kabul ettiyse de, oğullarının baskısı üzerine vazgeçti. Hastalığı gün geçtikçe ilerleyen Paşa, ikbâl, makam hırsı uğruna uzaklaşmış olduğu memleketinin dışında, Brüksel’de 17 Aralık 1903’de 48 yaşındayken öldü. Ölümü, Jön Türkler arasında büyük üzüntüye sebeb oldu. Cenazesi Fransa’da Pere la Chaise kabristanındaki Türk mezarlığına defnedildi. Meşrûtiyetten sonra oğlu Prens Sebahaddîn tarafından cenazesi İstanbul’a getirilerek Eyyûb Sultan Bostan iskelesinde, Hüsrev Paşa Kütüphânesi’nin karşı köşesinde bulunan, kaptân-ı derya Halîl Rifat Paşa’nın medfûn bulunduğu aile türbesine defnedildi. Mahmûd Celâleddîn Paşa’nın, Âsâf mahlasıyla yazdığı şiirlerinden meydana gelen bir Dîvân’ı vardır.
İNGİLİZ DOSTU!..
Jön Türk hareketine İngiliz yanlısı bir politika tâkib ettirmek isteyen Dâmâd Mahmûd Celâleddîn Paşa’nın bir dostuna yazdığı mektubun aşağıdaki kısmı bu durumu çok güzel ifade etmektedir:
“… Arzu ettiğim şeyi elde ettiğinize dâir telgrafınız elime geçti ve bu vesile ile size hatırıma gelen ve sizi alâkalandırabilecek bâzı fikirleri sunma cesaretini kendimde buluyorum. Şunu söylememin tam yeri ki, içinde bulunduğum durumda doğuda İngiliz politikasının propagandasına kendimi adamak gayet yerinde gözükmektedir. (İngiliz Doğu Politikasından) Türk İmparatorluğu’nun kurtuluşu açısından avantajlı yanlar ve âcil çıkarları ortaya koymak ve Sultan’ın sempatisini İngiliz milletinin üzerine çekip, onu karar verme merhalelerinde İngiliz başkentine, Fransız, Alman veya başka başkentlere öncelik tanımaya zorlamak bu alandaki amacımdır. Bu da bizim karşılıklı çıkarlarımızı te’mînât altına alacaktır. Fakat bu sonuç ancak Avrupa ve İngiltere’de uzun süre ikâmetime bağlıdır…”
(Affaires etrangeres-Nouvelle Serie Turquie; Vol. IV (1902-1904), 61-62 ve 75)