
Bayramiyye Tarikatı silsilesinde yer alan Ebü’lMahfûz Ma‘ruf b. Fîrûz Kerhî Irak’ın Kerh mahallesinde doğdu. Ailesinin Hıristiyan veya Vâsıt’ın Nehreban köyündeki Sâbiî’lerden olduğu nakledilir. Eğitimi için çocukluğunda ailesi tarafından Hıristiyan bir hocaya teslim edildi. Teslis inancına karşı çıktığı için hocası kendisini dövünce mektebi ve ailesini terk edip kaçtı. Yıllar süren bu ayrılığı sırasında sekizinci imam Ali er-Rızâ ile karşılaştı ve onun vasıtasıyla Müslüman oldu. Eve döndüğünde evlat hasretiyle yanan anne ve babası da çocuklarına uyup Müslüman oldular. Bazı kaynaklarda babasının adının Ali olarak da geçmesi, İslâmiyetten sonra bu adı almış olabileceğini hatıra getirmektedir. Ma‘ruf’un zühd hayatına yönelmesi ise Kûfe’de sohbetinden etkilendiği Ebü’l-Abbas İbnü’s-Semmâk vasıtasıyla olmuştur. Hocaları arasında ayrıca Dâvud et-Tâî, Ferkad es-Sebahî ve Bekir b. Huneys gibi zâtlar da vardır.
Ma‘ruf Kerhî Kādiriyye, Rifâiyye, Bedeviyye, Sa’diyye, Desûkiyye, Mevleviyye, Celvetiyye, Bektaşiyye, Halvetiyye ve Bayramiyye gibi birçok tarikat silsilesinde yer almıştır. Onun bulunduğu üç ana silsileden biri Ferkad es-Sebahî ve Hasan-ı Basrî vasıtasıyla Hz. Enes b. Mâlik’e, diğeri Dâvûd et-Tâî, Habîb el-Acemî ve Hasan-ı Basrî vasıtasıyla Hz. Ali’ye, hırka silsilesi olarak da anılan üçüncüsü ise Ali er-Rıza, Mûsâ el-Kâzım, Câfer es-Sâdık, Muhammed el-Bâkır, Ali Zeynelâbidîn ve Hüseyin b. Ali vasıtasıyla yine Hz Ali’ye ulaşır. On iki imamdan yedisinin yer aldığı bu silsile ayrıca Câfer es-Sâdık’tan sonra Kāsım b. Muhammed b. Ebu Bekir es-Sıddîk ve Selmân-ı Fârisî vasıtasıyla Hz. Ebû Bekir’e de ulaşmaktadır.
Kerhî’nin talebelerinden en önde geleni, çoğu silsilenin kendisiyle devam ettiği Cüneyd-i Bağdâdî’nin şeyhi Serî es-Sakatî’dir. Ayrıca Kerhî’den sonra halifeleri Şihâbüddin Ahmed Tebrizî, İsrâfil Mağribî, Ebu Hamza Muhammed el-Bağdadî ile de farklı silsileler oluşmuştur. Ebu İshak İbrahim Sayyadî el-Bağdadî, Muhammed et-Tüsterî, Abbas enNişaburî, Ebu Bekir es-Sefîd, İbrahim b. İsâ elIsfehânî Kerhî’nin diğer halîfeleridir.
Bazı müellifler Ma‘ruf Kerhî’nin Kerh’in dışına çıkmadığını ileri sürerek Ali er-Rıza vasıtasıyla Müslüman olup ondan hırka giydiğine ve Dâvud et-Tâî’nin sohbetlerine katıldığına dair bilgilerin doğru olmadığını belirtmişse de, Ma‘ruf’un Kerh’in dışına çıktığını bir kısım güvenilir kaynaklar zikretmektedir.
Ma‘ruf Kerhî hadis rivayetinde de bulunmuştur; Bekir b. Huneys, Rebi’ b. Sabîh, Ca’fer es-Sâdık, Abdullah b. Mûsâ ve İbnü’s-Semmâk’tan hadis almış, kendisinden de Halef b. Hişam, Serî esSakatî, Zekeriyya b. Yahyâ el-Mervezî, Yahyâ b. Ebî Tâlib, Meymun b. Muhammed el-Harranî, Ebû Alî el-Meflûc, Muhammed b. İbrahim eşŞâmî, Ahmed b. İbrahim ed-Devrakî, Ubeydullah b. Muhammed rivayet etmiştir.
Ahmed b. Hanbel başta olmak üzere Yahya b. Maîn, Bişr el-Hâfî gibi devrin önemli simaları Ma‘ruf Kerhî’yi ziyaret eder, onunla bazı konuları istişare ederlerdi. Ma‘ruf’un ilimde yetersiz olduğunu söyleyen birisine İbn Hanbel, “ilimle elde edilmek istenen Ma‘ruf’un ulaştığı şeydir”, diye cevap vermiş; oğlu, onun ulaştığı nedir deyince de “ilmin başı olan haşyetullah” demiştir. Ayrıca Süfyan b. Uyeyne ve Abdülvahhâb el-Varrâk’ın da Ma‘ruf’un büyüklüğü ve kerametleriyle ilgili sözleri vardır.
Bağdat’ta oluşan tasavvuf kültürünün önde gelen şahsiyetlerinden biri olan Ma‘ruf Kerhî zâhidliği ile tanınmış, duası kabul edildiğine inanıldığı için dergâhı herkesin rağbet ettiği bir yer haline gelmişti. Müridi Serî es-Sakatî’ye, “Allah’tan bir şey dilersen Ma’rûf’un hürmetine diyerek iste” şeklindeki nasihati meşhurdur. Onun Ali erRızâ’dan huruf ilmini öğrendiği nakledilir.
Ebu Abdurrahman es-Sülemî ve Ali b. Osman elHucvirî gibi klasik dönem sûfîleri Ma‘ruf Kerhî’yi fütüvvet ehli sûfîler arasında saymıştır. Fütüvvet ehli olmanın alametlerini; vefalı olmak, karşılık beklemeden övmek ve istenmeden vermek şeklinde ifade eden Kerhî’nin, aynı zamanda ilk defa “tasavvuf” kelimesini kullanarak tasavvufu tarif eden sûfî olduğu belirtilir. Ona göre tasavvuf, “hakikatleri elde etmek ve halkın elindekilerden ümidi kesmektir.” Ayrıca onun ilâhî aşktan ilk söz edenlerden biri olduğu da nakledilir. Aşkın ancak Allah’ın lütfu olduğunu, kazanılan bir şey olmadığını söylemesi, tasavvuf düşüncesine ciddi etki yapmıştır.
Ma‘ruf Kerhî’nin vefatının çoğunlukla 200 senesinde meydana geldiği belirtilmekle birlikte, 201 ve 204 tarihinde vuku bulduğunu söyleyenler de vardır. Kabri Bağdat’ta kendi adıyla anılan Marûf-i Kerhî Kabristanı’ndadır. Sülemî, Ali er-Rızâ’nın kapısında bekçilik yaptığı bir sırada Şîî bir grubun izdihamı üzerine sıkışarak öldüğünü söylemişse de (Tabakāt, s. 85) bu bilgi birçok bakımdan tutarsız görülmüştür. Zehebî, muhtemelen Ali er-Rıza’nın kapıcısının adının da Mâruf olması sebebiyle Sülemî bunları karıştırmıştır demektedir (A’lâmü’n-nübelâ, IX, 343).
Ma‘ruf Kerhî’nin ölümünden sonra da manevî tasarrufunun devam ettiğine inanılmıştır. Bu yüzden kabrinin çok ziyaret edildiği belirtilmektedir. İlk kaynaklardan itibaren nakledilegelen “Ma‘ruf’un kabri tecrübe edilmiş bir ilaçtır” cümlesi yaygındır. XVII. yüzyılda Bağdat’ı ziyaret eden Evliya Çelebi, türbe etrafında oluşan kültürden de bahsetmiştir.
Ma‘ruf Kerhî ile ilgili İbnü’l-Cevzî Menâkıbu Ma‘ruf el-Kerhî adıyla müstakil bir eser kaleme almış ve onun faziletlerini anlatmıştır. Tasavvuf düşüncesine ve sûfîlere birçok tenkidler yönelten İbnü’l-Cevzî’nin ve ayrıca İbn Teymiyye’nin Ma‘ruf Kerhî’yi tenkid etmemesi, muhtemelen İbn Hanbel’in Kerhî hakkındaki müspet kanaatinden kaynaklanmıştır.
Ma‘ruf Kerhî’nin eser telif ettiğine dair kaynaklarda bir bilgi olmamakla birlikte İbrahim Edhem Girîdî tarafından ona nispet edilen Fütûh-i Erbaîn isimli Arapça bir eser tercüme edilip neşredilmiştir (İstanbul 1312). Kırk bölümden oluşan bu küçük eserde (28 sayfa) ilâhî aşk konusu ele alınmaktadır.
Reşat ÖNGÖREN
KAYNAKÇA
Ebû Tâlib el-Mekkî, Kūtü’l-kulûb, I, Kahire 1310, s. 9; Ebû Nuaym el-Isfahânî, Hilyetü’l-evliya ve tabakâtü’l-asfiyâ, VIII, Kahire 1979, s. 360-368; Ebû Abdurrahman es-Sülemî, Tabakāt (yay. Nureddin Şerîbe), Kahire 1986, s. 83-90; Abdülkerîm el-Kuşeyrî, Risâle (çev. Süleyman Uludağ), İstanbul 1981, s. 116-117, 277, 436, 452, 472, 558-559, 571; Ali b. Osman el-Hücvîrî, Keşfü’l-mahcûb (çev. Süleyman Uludağ), İstanbul 1982, s. 212-213, 216; İbnü’l-Cevzî, Menâkıbu Ma’rûf el-Kerhî ve Ahbâruhu, (yay. Abdullah Cubbûrî), Beyrut 1985; Ferîdüddin Attâr, Tezkiretü’l-evliyâ, (çev. Süleyman Uludağ), s. 349354; İbn Teymiyye, Minhâcü’s-sünne, (yay. Muhammed Reşat Salim), 1986, IV, 61-62, VIII, 44; İbnü’l-Mülakkın, Tabakâtü’l-evliyâ (yay. Nureddin Şerîbe), Beyrut 1986, s. 280-285; Abdurrahman Câmî, Nefehâtü’l-üns min hazarâti’l-kuds, Tahran 1337, s. 38-39; Zeynüddin Muhammed Abdurrauf Münâvî, el-Kevâkibü’d-dürriyye fî terâcimi’ssâdeti’s-sûfiyye, (yay. Abdülhamid Salih Hamdan), I, Kahire ts., s. 448491; Mahmud Hulvî, Lemezât-ı Hulviyye ez Lemeât-ı Ulviyye, Şarkiyat Enstitüsü Halet Ef., nr. 281, vr. 90b-94b; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, V, 4; Muhammed Masum Şirazî, Tarâiku’l-hakāik (yay. Muhammed Cafer Mahcub), Tahran 1339-45, II, 287-293; Tabibzade Derviş Mehmed Şükrü b. İsmâil, Silsilenâme-i Aliyye-i Meşâyih-i Sûfiyye, Hacı Selimağa Ktp., Hüdayi Ef., nr. 1098, s. 7, 15, 17, 23, 29, 39, 56-57, 59; Mustafa Kara, “Maʻruf Kerhî ve Tasavvuf-Şia İlişkisi Üzerine”, Hareket, S. XVI-XVII (1980), s. 3-14;