
Soğuk Savaş sırasında hasmane bir çerçeveye oturan Türk-Rus ilişkileri, savaşın yumuşadığı dönemde giderek güçlenen bir iktisadi boyut kazandı. Türkiye’nin özellikle inşaat sektöründe ve bir ölçüde de tüketim mallarında Sovyetlerin ihtiyaçlarına cevap verebilecek durumu, ayrıca sunduğu tatil olanakları Sovyet vatandaşlarının yaşadığı mahrumiyetleri hafifletmeye yarıyordu. Güvenlik sorunlarının da önemi zaten azalmış ve ilişkileri belirleyici niteliğini kaybetmeye başlamıştı. İlişkiler bu ortamda gelişmeye başladı. Sovyetlerin sona ermesi sonrasında da devam etti.
Sovyetlerin zayıflaması ve sona ermesi, Türkiye’nin Rusya’nın tarihi olarak güneye doğru ilerlemek isteyeceği endişelerini azaltmıştı. Bununla birlikte, Sovyetlerin dağılması, Rusya’nın bu bölgeyi kendisine ait bir alan olarak görmesini engellemiyordu. Rusya Türkiye’nin Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ve Kafkaslarda geliştirmek istediği ilişkileri kendisine ait olarak gördüğü bir alana nüfuz etme gayretleri olarak değerlendiriyordu. Böylece, Türk-Rus ilişkilerinin sadece işbirliği değil, rekabetçi unsurları da içerdiği kısa süre içinde açıklığa kavuştu. Rekabet-işbirliği karışımı ilişkiler, daha önce de belirttiğimiz gibi, Suriye, Libya, Ukrayna ve Kırım, hatta geçtiğimiz yıl itibariyle Azerbaycan-Ermenistan bölgelerinde devam etmektedir.25
Türk yönetimi, Rusya ile olan karmaşık ilişkisini, Amerika’yı kendi istediği yönde etkilemek için kullanılacak bir kaynak olarak gördü. NATO’yu zayıflatmayı amaçlayan Rusya ise Türkiye ile geliştirilecek işbirliğinin Batı ittifakında gedikler açabileceğini ümit etti. Böylece giderek çetrefilleşen Türk-Rus işbirliğinin pek de sağlam olmayan temelleri atılmış oldu. Rusya ile işbirliğinin Türkiye’nin Batı ile ilişkileri açısından arzuladığı sonuçları verdiği söylenemez. Amerika ve Batılı müttefiklerini Rusya ile yakınlaşarak etkileme çabası, Türkiye’nin arzuladığının aksine, Türkiye’nin vazgeçilmezliğini perçinlemekten çok, Batı savunma camiasının güvenilir bir üyesi olma niteliğini zayıflattı. NATO’da ve daha genel olarak Atlantik camiasında eski itibarlı konumu kalmadı. Daha önce belirttiğimiz gibi, Rusya bağlantısı ve S-400 füze alımı Türkiye’nin uzun vadede uçak filosunu yenileme projesini sekteye uğrattı. Türkiye, Rusya’nın Doğu Akdeniz’e yerleşme ve Türkiye’nin güneyden de komşusu olması siyasetini de durdurabilmiş değil. Türkiye’nin Suriye’nin kuzey batısında yürütmeyi planladığı askeri harekatlar, hava sahasını kontrol eden Rusya’nın iznine tabidir. Bu iznin Türkiye istediğinde verileceğine güvenilemeyeceği, deneyimler sonucu anlaşılmaktadır.
İktisat alanına baktığımızda, enerji bakımından ülkemizin güvenliği tehlikeye düşecek düzeyde Rusya’ya bağımlılaşmış bulunuyor. Bu bağımlılık sadece doğalgazla da sınırlı değil. Ülkenin ilk nükleer santralı da Rusya tarafından yapılmakta ve işletilecek. İhracatımızda ise Rusya’nın ihmal edilemeyecek bir yeri olmakla birlikte, Rusya piyasasına giriş ve çıkışların siyasi anlaşmazlıklara bağlı olarak genişletilmesi ve daraltılması söz konusu olduğundan, istikrarlı değil.
Sonuç olarak, Türkiye-Rusya ile ilişkileri alenen çatışma unsurları barındırmayan, birçok alanda işbirliği içeren istikrarlı bir görünüm verse de, perakende ya da dosya bazında yürütülen bir niteliğe sahip; kurumsal olmadığı gibi, iki ülke liderinin kişisel ilişkilerinin gölgesinde ilerliyorlar.
Özetlemek gerekirse, Türk-Rus ilişkilerinin çok yönlü sınırları bulunuyor. İlkin, tarihten gelen karşılıklı güvensizlik tamamen ortadan kalmış değil. İkinci olarak, Türkiye ve Rusya’nın ilgi alanları çakışıyor. Kafkaslar, Orta Asya yanında günümüzde bu listeye Suriye, Libya, Ukrayna da eklenmiş durumda. Buralarda çatışmamak için barışçıl yöntemlere başvuruluyorsa da, üstün konum elde etmek maksadıyla taraflar arasında, resmi askeri güçlerin dahil olmaması kaydıyla silahlı mücadeleler dahi yapılıyor. Üçüncü olarak, Türkiye Rusya’ya enerji bağımlısı olmaktan rahatsızlık duyuyor ve bunu azaltmaya çalışıyor. Dördüncü olarak, Rusya, Türk hükümetinin uluslararası yönetişim düzenini değiştirme çabalarına pek ilgi göstermiyor. Güvenlik Konseyi’ndeki konumundan memnun ve bunu zayıflatacak projelere ilgi duymaması normal. Beşinci olarak, Türkiye’nin geleceği nerede olmalı sorusuna, siyasi seçkinler arasında Batı veya Müslüman dünyası gibi cevaplar verenler bulunmakla birlikte, Rusya ile ortak gelecek vizyonu tasavvur eden ciddi bir akım ve bunu destekleyen bir kitle bulunmamaktadır Dönem dönem Türkiye’de Batı yerine Avrasya’ya dönelim özlemleri ifade edilirse de bu fikirlerin somut olarak hangi ülkeleri kapsadığı, ne gibi birlikteliği öngördüğü, hangi politikaları amaçladığı açık değildir. İlk bakışta, Avrasyacılığın daha ziyade Batı karşıtlığını ve ona karşı bir alternatif oluşturma eğilimlerini ifade etmek için kullanıldığı izlenimini edinmek mümkündür.