
Türkiye son yıllarda hemen hemen dünyanın her bölgesiyle ilişkilerini geliştirmek için girişimlerde bulunmuştur.30 Dünya sisteminin yükselen yıldızı diyebileceğimiz Çin’den başlayacak olursak, Türkiye’nin dış alımlarında önemli yeri olan bu ülke ile ilişkilerin iyi olması istenmekte, hatta bu nedenle Sincan bölgesi halkı Türk kökenli Uygurlara Çin’in uyguladığı etnik-dini kimliği yok etme baskısı çoğu zaman görmezlikten gelinmekte, sessizlikle karşılanmaktadır. Türkiye’nin ümidi, Çin’in Kuşak-Yol Projesi’nde önemli bir terminal noktası olmanın yanında, Çin’in Avrupa kıtasına satacağı mallar için önemli bir üretim merkezi olmaktır. Ancak bir yandan Çin’in güçlenmesine karşı ABD’nin harekete geçmesi ve Avrupa’yı da aynı yönde davranmaya teşvik etmesi, diğer yandan Covid-19 salgını sonucu ülkelerin tedarikçilerini çeşitlendirme ve esnekleştirme gayretine girmeleri, Türkiye’nin Çin ile rekabet etmesine de elverişli bir ortam oluşturmuştur; Türkiye’nin bu fırsatı değerlendirmek istediği ortadadır. Bununla birlikte, bu ülke ile özellikle iktisadi alanda işbirliğini geliştirmek, ilişkileri şekillendiren en önemli saiktir. Türkiye’nin Batılı müttefiklerinin Çin’in güçlenmesini, stratejik tehdit oluşturmasını engellemek amacıyla uygulamaya sokmak isteyebilecekleri politikaların Türk-Çin ilişkileri üzerinde de baskılar oluşturması muhtemeldir. Böyle bir olasılık, Türkiye’yi yapmaktan kaçınmak istediği bazı tercihlerle karşı karşıya bırakabilir.
Türkiye, son yıllarda Afrika ve Güney Amerika’ya da erişen ve varlığını bu bölgelerde hissettiren bir aktör olmaya çalışmaktadır. Bölgeye ihracatımız- istenen hızda olmasa da- artmaktadır. Türk inşaat firmalarının faaliyetleri genişlemektedir. Kıta ülkelerindeki Türk yatırımları da büyümektedir. Son on beş yılda birçok Afrika ülkesinde diplomatik temsilcilik açılmıştır. Çoğu Afrika ülkesinden dünyanın diğer bölgelerine seyahat edeceklerin en sık kullandıkları imkanlar arasında Türk Hava Yolları bulunmaktadır. Gelişen bir Türk ekonomisi esas alındığında, bu yöndeki girişimlerin olumlu karşılanması doğaldır. Afrika’da faaliyet gösteren Türk iş insanlarının bildirdiklerine göre, sömürgeci bir geçmişle bağlantıları olmaması, yerel koşullara daha kolay uyum sağlamaları, Çinlilerden farklı olarak ülkeler üzerinde nüfuz kurmaya çalışmamaları nedeniyle Türkiye’ye yaklaşımlar olumludur. Yürütülen çalışmaların belirli oranda başarı getirdiği, dostumuz Fransa’nın şikayetlerinden anlaşılmaktadır. Her nedense, tarihleri sömürgecilik barındıran ülkelerin, Afrika’nın kendilerine ait bir nüfuz bölgesi olduğunu, başkalarının bu bölgelere girmesinin adeta haksız bir müdahale olduğunu düşündükleri görülmekteyse de, bu tür tepkilerin ciddiye alınmaması en doğru yaklaşımdır.
Afrika ile ilişkiler geliştikçe bazı sorunlarla daha sık karşılaşılması söz konusu olacaktır. Afrika ülkelerinin kendi aralarında ihtilaflar vardır. Biriyle gelişen ilişki bir diğerini rahatsız edebilir. Örneğin, Türkiye Etiyopya ve Sudan’la kapsamlı ilişkiler geliştirmek istemektedir. Ancak, bu iki ülke arasında birincisinin inşa ettiği GERD barajı dolayısıyla bir türlü giderilemeyen gerilimler vardır ve su rekabetinin, Mısır’ı da kapsayan bir çatışmaya yol açmasından çekinilmektedir. Keza, Türkiye, dış siyasetinde, nüfusunun bir bölümü Müslüman olan ülkelere daha yakın davranmaktadır. Bunun karmaşık etnik yapıya sahip çoğu Afrika ülkesinde rahatsızlık yaratabileceği unutulmamalıdır. Örneğin, Somali’de hükümete verilen destek, başka grupların Türk diplomatlarını ve diplomatik misyonunu hedef almalarıyla sonuçlanmıştır.
Latin Amerika’ya açılışın ilginç bir yönü, en fazla önem verilen ülkeler arasında Amerika ile sorunlu ilişkileri olan Küba ve Venezuela’ya ağırlık tanınmasıdır. Bu tercihin açıklanması pek kolay olmamaktadır. Amerika’ya kafa tutmak gibi bir özlemin ya da hissi yaklaşımın rolü olduğu ihtimalini dışlamamak gerekir. Bu ilişkiden ne gibi çıkarlar sağlandığının saptanması zordur. Halbuki, dış politika ulusal çıkarları gerçekleştirmek amacıyla yürütülmesi gereken bir faaliyettir.
Türkiye’nin dünya ekonomisiyle bütünleşme süreci ilerledikçe, değişik bölgeler ve ülkelerle ilişkiler geliştirmesi, bunların bir bölümünün siyasi içerik kazanması, ülkemizin ihtilaflara taraf olması söz konusu olabilecektir. Bu durumda nasıl bir yol izlenecektir? Bu da bizi ülkenin eylemlerine yön veren, perakende eylemlerden oluşmayan bir dış siyaset izlemesi gereğine götürmektedir.